Milletimizi asırlardır bir ve beraber tutan, hatta en zor dönemlerimizde bile bizi birbirimize kenetleyen iki ana unsur, şüphesiz ki, dini ve milli bütünlüğümüzdür.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey, "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzün, milli bütünlüğümüz ise dini bütünlüğümüzün teminatıdır" diyerek bu önemli gerçeğin altını çizmiştir. Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda dünyanın en güçlü devletlerini geri püskürtmemizin temelinde bu unsurlara sahip olmamız ve bu değerlerimizi korumamız yatmaktadır.
Bugün ülkemiz üzerinde hesabı olanlar bu gerçeği çok iyi bilmektedirler ve yıllardan beri de bu değerlerden uzaklaşmamız, kopmamız için gayret sarf etmekteler. İçerideki taşeronları da kullanarak bu hedefteki projelerini adım adım uygulamışlardır.
Dikkat ederseniz, Türkiye, gerek dini gerekse milli konularda en fazla tavizi, ülkemizdeki FETÖ'nün öncülüğünü yaptığı Dinlerarası Diyalog süreciyle beraber vermeye başlamıştır.
Dinlerarası Diyalog, Vatikan merkezli bir projedir ve Vatikan'ın resmi yayın organlarında "Asya'nın Hıristiyanlaştırılması" olarak ifade edilmektedir.
Vatikan'ın resmi yayın organı Kateşizm kitabında, "Diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhataplar İsa'yı tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar" denilmektedir.
Bir önceki Papa 2. Jean Paul'un "Kurtarıcı Misyon" isimli eserinde Diyalog şöyle anlatılmaktadır: "Dinlerarası Diyalog, Kilise'nin insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Karşılıklı bilgilenme ve anlayışı zenginleştirme vasıtası ve metodu olarak diyalog misyona zıt değildir. Esasen misyon ve misyonun şekilleriyle diyalog arasında özel bir bağ vardır. Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir."
Almanya'da yayımlanan Welt Am Sonntag gazetesi "Milyonlar Muhammed'e karşı" manşetiyle yayınladığı raporda, Vatikan'ın İslam'ı engellemek, Hz. Muhammed'i karalamak için milyarlarca dolarlık fon tahsis ettiğini yazmıştır.
Ülkemizde Dinlerarası Diyalog süreci, 1998 yılında FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in Papa'ya ziyaretiyle fiili olarak başlamıştır.
Gülen, "Pek muhterem Papa cenapları" hitabıyla Papa'ya yazdığı mektubunda, "Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz" ifadelerine yer vermişti.
Yine aynı Gülen'in organize ettiği Abant toplantılarında Dinlerarası Diyalog akademik bir düzeye taşınmış ve pratik olarak icraata dökülmesinin zemini hazırlanmıştır.
Abant toplantılarını iyi hatırlayalım. Bugünün FETÖ'ye lanet okuyan birçok siyasetçisi o gün Abant'ta FETÖ elebaşı ile beraber fotoğraf karesinde yer almanın telaşındaydı. Ve o toplantılarda alınan, "Akılla vahiy çelişirse, akıl tercih edilir" kararına hiçbiri tepki göstermemişti, aksine alkışlamıştı.
Diyalogcu zihniyete sahip olanlar, 3 Kasım seçimleriyle siyasi iradenin açtığı kapıdan girerek devlet kurumlarında ciddi bir kadrolaşmaya başlamış, bu şekilde bu zihniyet önemli makam ve mevkilere taşınmış, daha önce diyalog kapsamında, sadece konuşulan tartışılan mevzular fiiliyata dökülmeye başlanmıştır.
Bu noktada yapılan icraatları şu şekilde sıralayabiliriz:
* Hahamlarla, papazlarla ortak iftar programları yapılmış hatta bazı programlarda iftar duası papazlara yaptırılmıştır.
* Müslüman bir kadınla, Hıristiyan bir erkeğin evlenmesi bizzat Allah'ın emriyle yasak olmasına rağmen, Harran'da bir organizasyonla Müslüman bir kadınla bir papaz evlendirilmiş, Zaman gazetesi bu haberi manşetten "Bu bir devrimdir" diye vermiştir. Dikkat ediniz, yapılan devrim Allah'ın hükmüne karşı yapılan bir devrimdir.
* "Hıristiyanlar da cennetliktir", "Ehl?i Kitapla amentüde ittifakımız var" gibi bir Müslüman'ı dinden çıkartacak ifadeler millete kabul ettirilmeye çalışılmış, Mardin Kasımiye Medresesi'nde yapılan bir Diyalog organizasyonunda camdan sembolik bir Sırat köprüsü oluşturularak hahamlar, papazlar cennete sokulmuştur.
* Yapılan bazı yasal değişikliklerle, kilise evlerinin açılmasının önündeki engeller kaldırılmış ve toplam 70 bin kilise evi açılmıştır. Bu arada bir taraftan bu evler açılırken, diğer taraftan da tadilat, ya da din görevlisi atanmaması gibi bahanelerle camiler de kapatılmaya başlanmıştır.
* Bir taraftan misyonerlik faaliyetlerinin önü açılırken, bir taraftan da Türk gençliğinin İslam dinini öğrenmesi zorlaştırılmıştır. Kuran kurslarına kısıtlamalar, yaş sınırlamaları getirilmiş hatta büyük bir terör suçuymuş gibi de uymayanlara hapis cezası getirilmiştir.
* Tabii, Diyalogculara bu da yetmemiş, okullarda öğretilen ve zaten yetersiz olan din derslerine de müdahale etmişlerdir. Önce din derslerinin içi boşaltılmış; Kelime?i Tevhidden "Muhammedü'r?Resulullah" ifadesi çıkartılarak başlanmış, ardından da Peygamberimiz tamamen rafa kaldırılarak Peygambersiz bir İslam öğretilmeye çalışılmıştır. "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" 5. sınıf kitabının 18. sayfasında 7. maddede Kelime?i Tevhid sadece "Lailaheillallah" olarak belirtilmektedir. Genç dimağlara kendi dinimiz olan İslam eksik ve yanlış öğretilirken, Hıristiyanlık, Yahudilik ve hatta Budistlik yanlış tarafları ifade edilmeden ders kitaplarına girmiştir.
* Din dersi kitaplarına muharref Tevrat ve İncil'den bölümler konulmuştur.
* Diyalog mantığına uygun, içinde tahrif edilmiş İncil ve Tevrat'tan alıntıların da bulunduğu meal ve tefsir çalışmaları yapılmıştır.
* Milli Eğitim kitaplarında ciddi tahrifatlar yapılmıştır: İlkokul 6. sınıf Din Kültürü kitabının 96. sayfasında "Dört Büyük Kutsal Kitap" başlığı adı altında "Peygamberlerden bazılarına öğütler kitaplar gönderilmiştir. Bunlardan dördü günümüze kadar gelmiştir. Bütün olarak elimizdedir. Bu kitaplara dört büyük kutsal kitap denir" ifadelerine yer verilmiştir.
İnancımıza göre günümüze kadar gelen bir kitap vardır, o da Kur'an?ı Kerim'dir; diğerleri ise tahrif olmuşlardır. Tahrif olduğunu belirtmeden, diğer kitapların da günümüze kadar geldiğini çocuklarımıza öğretmenin mantığı ve amacı nedir? Bu, siyasi amaçlı misyonerlik faaliyetlerinin ekmeğine yağ sürmez mi? Bunlar yüzde 99 Müslüman olan bir ülkenin ders kitabında geçmektedir.
* Veda Hutbesi'nde "Size iki şey emanet ediyorum?" ifadesi değiştirilerek, "Tek şey bırakıyorum, o da Allah'ın kitabı Kur'an" ifadesi konulmuş ve Peygamberimiz ve Ehl?i Beyt'i devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
* Peygamber Efendimizi dışlama hedefli başka bir örnek de 2003 yılında yapılan bir sınavda görülmektedir. İkinci Deneme Sınavı 4. Sınıf soru kitapçığında "Gönderilen en son peygamber hangisidir?" sorusu sorulmaktadır. Cevapların içerisinde "Hz. Muhammed (s.a.v.)" olmasına rağmen, sınava giren herkesi şok eder bir şekilde, doğru cevap olarak "Hz. İbrahim" şıkkı kabul edilmiştir. Sınav sonrasında bu cevapla ilgili herhangi bir tekzip yapılmamıştır.
* Yine İslam tarihi oyunca hiçbir örneği olmayan ve büyük bir edepsizlik sayılan bir uygulama daha yapılmıştır. 4. sınıf din dersi kitaplarına ve 5. sınıf din dersi kitaplarına Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ve sahabesinin minyatür resimleri konulmuştur. Bu kitapların UNESCO'un desteğiyle bedava verilmesi de ayrıca düşündürücüdür.
yazının devamı...
* Bir taraftan din dersi kitaplarında İslam Dini yukarıda belirttiklerimiz gibi yanlış ve eksik öğretilirken, diğer taraftan büyük dinler adı altında Hıristiyanlık, Yahudilik, Budistlik, hatta putperestlik olduğu gibi aktarılmaktadır. Üstelik Antalya Belek'te ve Şanlıurfa'da Dinler Bahçesi adı altında içinde cami, havra ve kilisenin bulunduğu yerler açılmış ve "uygulamalı din dersi" adı altında buralara götürülen ilköğretim öğrencileri hahamdan, papazdan Yahudilik ve Hıristiyanlık öğrenmiştir. Değerlendirme kabiliyeti olmayan, sadece verileni alabilen körpe dimağlara, Müslüman Türk çocuklarına, yanlış olduğu gibi, doğru ise kırpılarak verilmektedir.
Diyalogcu imamlar yetiştirdiler
* İmam Hatip liselerine müdahale edilerek diyalogcu imamlar yetiştirmeye gayret edilmiştir. 2008 yılında Milli Eğitim'den yapılan açıklamada AB eğitim programları olan Lonardo da Vinci ve Comenius programlarının İmam Hatip Liselerinin müfredatının şekillendirilmesinde temel olacağı açıklandı. AB bu çalışmalara 70 milyon Euro destek sağlayacağını belirtti. Lonardo da Vinci programıyla AB, gençlerimizi mesleki açıdan avucunun içine alarak Batı hayranı yaparken, Comenius ile de, inancını, dinini, bayrağını, kültürünü bir kenara koymuş kimliksiz, AB'nin değerlerine entegre olmuş, asimile olmuş, Türklüğünü rafa kaldırmış bir gençlik yetiştirmek istemekteydi.
* Öğrenci değişimleri adı altında Türk öğrenciler, Vatikan'da, Yunanistan'da ve diğer AB ülkelerinde eğitim adı altında Hıristiyanlaştırılmış, ülkemize döndüklerinde ise misyoner olarak vazife almışlardır.
* Kiliseler özendirilerek, Müslüman halk özellikle gençlerimiz kiliselerden medet umar hale getirilmiş, kilise kapılarında kuyruklar oluşturmuştur.
* Bütün bu faaliyetlerle Müslüman Türk gençleri hızla Hıristiyan olmuş, boyunlarına haç takmış ve bazıları da kiliselerde papaz ve baş pastör olmuşlardır.
* "Allah katında tek din İslam'dır" ayeti hutbelerden çıkartılmıştır.
* Dinlerarası Diyalog kapsamında yukarıda saydığımız ve sayamadığımız bütün icraatlar aslında milli ve manevi değerlerimize yapılan büyük darbelerdir ve bu darbelerin bedeli askeri darbelerden çok daha ağırdır. Ve maalesef dün FETÖ ile kol kola olup, ona her imkanı sunup, bugün FETÖ ile mücadele ettiğini söyleyenler milli ve manevi değerlerimize yapılan bu asıl darbe konusunda hiçbir şey yapmamaktadır. Hatta FETÖ'nün bıraktığı yerden devam edilmektedir.
Rusya FETÖ'nün okullarını kapattı
* FETÖ'nün diğer ülkelerde yaptığı faaliyetlerden de iki örnek verelim:
1- 2002 yılından sonra Rusya'da Gülen okulları hızla kapatılmaya başlandı. Gerekçe ise oldukça ilginç: "Casusluk faaliyetlerinde bulunmak". Rusya'da Gülen okullarının kapatılma süreci, 2002 yılında Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanı Nikolay Patruşev'in, bu okulları kuran vakıf ve derneklerin ABD gizli servisi ile bağlantılı olduğunu söylemesiyle başladı. Bu açıklamadan sonra Saha-Yakut, Buryatya, Başkurdistan, Dağıstan, Karaçay-Çerkez, Tuva ve Hakasya gibi büyük bölümünü Türk asıllı ya da Müslümanların oluşturduğu Rusya'ya bağlı özerk cumhuriyetlerdeki Gülen okulları kapatıldı, yöneticileri sınır dışı edildi.
2- Bildiğiniz gibi Kuzey Irak'ta Türkiye için büyük tehdit oluşturan ve PKK'yı içinde barındıran bir oluşum var. Bu oluşum Güneydoğumuzu direkt olarak etkilemektedir. PKK'nın eğitim gördüğü kamplar burada. ABD ve AB ülkeleri buraya yaptıkları destek ve yatırımlarla Ortadoğu'da bir cazibe merkezi oluşturdular. Irak'ta daha doğru dürüst bir askeri yapılanma yokken, Kuzey Irak'ta 100 bin kişilik donanımlı bir peşmerge ordusu oluşturuldu. Eğitmenleri de İsrailli generaller. Bu bahsettiğim bölgenin bakanlarının ve yöneticilerinin çocukları, Erbil ve Süleymaniye'de, Fetullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Işık ve Nilüfer okullarında eğitim görüyorlar. İşin en ilginci de bina dahil tüm masraflar ise yerel Kürt hükümeti tarafından karşılanıyor. Peşmerge lideri Mesut Barzani'nin yeğenleri, Eski İçişleri Bakanı Fazıl Merani, bazı balkanlar, genel müdürler, belediye başkanları ve üst düzey yöneticilerin çocukları bu okullarda eğitim görüyorlar.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, 1998 yılında daha Fetullah Gülen'in Vatikan ziyaretinden çok önce Gülen'i dini meselelerde gösterdiği sapma konusunda uyarmış ve hatta bu noktada yazdığı bir mektubu özel bir heyetle bizzat Gülen'in eline ulaştırmıştır. Gülen bu mektuba cevabını Vatikan'a gidip Papa'ya biatini sunmakla cevap vermiştir. Yani uyarılardan bırakın ders almayı, yanlışı daha da derinleştirmiştir.
FETÖ konusunda 2001 yılında uyardı
Gülen'in Papa ziyaretinden sonraki süreç, Sayın Baş'ın ve kadrosunun, niyetleri açığa çıkan bu fitneyle açık bir mücadelesi şeklindedir.
2001 yılı ise AKP'nin kurulduğu yıldır. Ve Prof. Dr. Baş, 2001 yılında dönemin AKP Genel Başkanı Erdoğan'la İstanbul'da kahvaltı ortamında bir araya gelmiş ve Gülen Grubu ve bu grubun aracı oldukları Dinlerarası Diyalog fitnesi konusunda uyarmıştır.
Bütün bu uyarılara rağmen Gülen ve Grubu baş tacı edilmiş, istedikleri her şey önlerine sunulmuş ve elde ettikleri bu sınırsız güçle FETÖ ülkeyi darbe sürecine kadar getirmiştir.
Bütün bu gerçekler Sayın Baş'ın ferasetini, olayları yıllar öncesinden okuyabilme yeteneğini, yıllardır ortaya koyduğu mücadelesindeki haklılığını, Türkiye ve Türk milletinin geleceğini kurtarma adına samimiyetini çok net bir şekilde göstermektedir.
Sayın Baş'ın özellikle 1998 yılından sonra Dinlerarası Diyalog bağlamında ifade ettiklerinin bir kısmını sizlerle paylaşalım:
"Diyalogun asıl amacı Müslümanları, özellikle de Türk milletini Hıristiyan yapmaktır. Bu sayede Türkler Hıristiyan olur, Türklüğünü inkâr eder. Türkler Rumlaşır, Ermeni olur, Keldani, Süryani olur ve sonunda bölünür. Olay budur. Diyalogun amacı Türk Milletinin Hıristiyanlaştırmak sureti ile önce bölmek sonra da Anadolu topraklarını işgal etmektir. Bu olay İspanya'da Endülüs'te böyle olmuştur. Afrika'da böyle olmuştur. Hedef, Elimize İncil'i verip ayaklarımızın altındaki toprağı almaktır. Asıl plan budur... İşte diyalog budur."
"Diyalog, işgal edilen İslam ülkelerinin insanlarının işgal güçlerine karşı duyarsız olmaları; vatan, millet, devlet ve dini bağlardan kopartılmalarıdır. Böylece ülkeler işgal edildiğinde Irak'ta olduğu gibi kendilerine direnen insanlar olmasın. İşgal edildiğinde ülke insanlarının teslim olması içindir diyalog. Bu manada diyalog İslam dünyasındaki ahalinin hem dünyasını, hem de ahiretini yok etme harekâtıdır."
"Dinlerarası Diyalog'un asıl maksadı; millî bütünlüğü sarsmaktır, millî bütünlüğü ortadan kaldırmaktır. Diyalog çalışmaları her ne kadar dinî görülse de esas nedeni millî bütünlüğümüzü, Türk kimliğini tahrip etmektir. Dinlerarası Diyalog ülkemizde dinî ve millî bütünlüğümüze öyle zararlar verecek ki, bunu hayal bile edemezsiniz. Tahribat üç aşamalı olacaktır. Önce, kalplerdeki ehl-i kitaba olan sevgisizlik kırılacak, sonra muhiplik (sevgi, muhabbet) dönemi başlayacak, daha sonra da Hıristiyanlaştırma dönemi başlayacaktır. O zaman tahribatın en hızla yayıldığı dönem olacaktır."
(Bu metin, gazeteci-yazar Murat Çabas'ın, İstanbul'da gerçekleştirilen Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu'nda yaptığı sunumdan alınmıştır).